Dolandırıcılık suçu ceza kanununda tanımlanan malvarlığına karşı işlenen suçlar arasındadır.
Kategorik özelliği gereği suçun mağdurunun malvarlığında eksilmeye sebep olma amacıyla hileli bir takım davranışların varlığı gerekmektedir.
Dolandırıcılık suçunun unsurları ticar hayatta vuku bulabileceği gibi gündelik hayattaki birçok iş ve işlem de suçun unsurları oluşabilmektedir.
TCK m.157 dolandırıcılık suçunu “hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp,
onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar
sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis veya beşbin güne kadar adli para
cezası verilir” şeklinde tanımlamıştır.
Bu suçta fail kendi lehine maddi bir edinim elde etmeye çalışabileceği gibi üçüncü kişi lehine de edinim sağlamaya çalışabilir.
Kanunda suçun maddi unsurunu oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğu tadadi olarak belirtilmemiştir. Yargı içtihatları ve doktrinde hileli davranışın mağdurun iradesini sakatlamaya elverişli davranış biçimlerinin olabileceği belirtilmektedir.
Dolandırıcılık suçunun mağdurunun eylemin malvarlığına karşı işlenmiş olması sebebiyle faile ve diğer sorumlulara yönelik hukuki tazmin hakları da bulunmaktadır.
Suçun nitelikli hallerini oluşturan durumlar kanunda ayrıca düzenlenmiş olmakla konuyla ilgili ayrıntılı bilgi ve danışmanlık talepleriniz için [email protected] mail adresine mail atabilir ya da 0342-322 33 37 numaralı telefondan bizlere ulaşabilirsiniz.
Bireysel başvuru, Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlükleri kamu tarafından aktif yada pasif olarak ihlâl edilen bireylerin mağduriyetlerini giderebilmeleri için gidebilecekleri bir yargı yoludur.
Bu bağlamda Türkiye’de 23 Eylül 2012 tar ihinden itibaren fiili olarak Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru yolu açıktır.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun md. 3’te Anayasa Mahkemesi’nin görevleri sıralanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin Yetkileri
Kişi Yönünden Yetki:
Anayasa ve Kuruluş kanununa göre;
‘Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiğini iddia eden herkes, bireysel başvuru hakkına sahiptir.
Bununla beraber, yabancılar için başvuru hakkı; salt kendilerine tanınan haklarla sınırlı olarak kabul edilmiştir. Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz.’
Kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru hakları söz konusu değilken; özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait hakların ihlal edildiğinden bahisle bireysel başvuruda bulunabilir.
Konu Bakımından Yetki:
Anayasa md. 148/3’e göre;
‘Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.’
Türkiye’nin taraf olduğu protokollerde yer alan haklar da bu kapsamda değerlendirilmektedir.(AİHS’nde yer alan haklar da bu kapsam içerisinde değerlendirilmektedir.)
Yer Bakımından Yetki:
Anayasa ve Kuruluş Kanunu’nda yer bakımından yetkiye ilişkin olarak herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Genel olarak, devletin egemenlik yetkisini kullandığı yerlere ilişkin yetkili olduğu söylenebilir.
Zaman Bakımından Yetki:
İlgili Kanunun geçici 1. maddesinin 8. Fıkrasında ‘Mahkeme, 23/09/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.’ denmektedir. Bu tarihten önce kesinleşen kararlara ilişkin olarak Bireysel Başvuru yoluna gidilemez.
Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvurunun Şartları
Devletin kamu gücünün aktif yada pasif ihlali neticesinde bir mağduriyet söz konusu olmalıdır.
Söz konusu ihlale ilişkin tüm idari ve hukuki yolların sıra ve usule uygun olarak tüketilmiş olması gerekir.
Bireysel başvuruya konu olan mağduriyetin Anayasa’da teminât altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden bir ya da birkaçının ihlâl edilmesi ile ilgili olması gerekmektedir.
Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
Kamu gücünün ihlaline dayalı mağduriyetin Anayasada güvence altına alınmış olan Temel Hak ve özgürlüklere dayalı olması gerekir.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yasal süresi içerisinde yapılmalıdır. Yasal sürenin başlangıç tarihi söz konusu ihlale ilişkin tüm idari ve hukuki yolların tüketilmesine ilişkin en son karar tarihinden itibaren 30 gündür. Söz konusu ihlale ilişkin herhangi bir yargı yolu öngörülmemişse sürenin başlangıç tarihi ihlalin öğrenildiği andan itibaren 30 gündür. Bireysel başvurunun yapılmamasının nedeni mücbir bir sebebe dayanıyorsa, başvurunun başlangıç tarihi mücbir sebebin ortadan kalmasından itibaren 15 gündür.
Anayasa Mahkemesi, 23/09/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Bu tarihten önce kesinleşen kararlara ilişkin olarak Bireysel Başvuru yoluna gidilemez.
Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, aşamaları itibariyle sıkı takip yapılması gereken, nitelikli ve süreye bağlı olması nedeniyle büyük öneme haizdir. Hataya mahal vermemek adına, Uzman bir avukatla yapılmasında fayda vardır. Kimya Hukuk olarak Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuruya dayalı olarak takibini sürdürdüğümüz, başarı ile sonuçlanmış başvurularımız bulunmakla birlikte halihazırda devam eden başvurularımız da mevcuttur.
Kimya Hukuk kurucumuz Av. Ali Kimya, Avrupa Konseyi ve Tükiye Barolar Birliği’nin ortak projesi olan ‘Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Usulleri’ne ilişkin olarak Türkiye genelinde çeşitli barolara eğitim vermiş ve bu eğitimleri vermeye devam etmektedir.
Daha ayrıntılı bilgi için Kimya Hukuk Avukatları Av. Ali Kimya ve Av. Selin Kimya ile bağlantı kurmanızı tavsiye etmekteyiz.
Vergi Usul Kanunu’nun 359. Maddesinde Vergi Kaçakçılığı Suçları ve Cezalarına ilişkin hükümler yer almaktadır. Uygulamada en sık rastlanan Vergi Suçu ‘Sahte Fatura Düzenleme ve Kullanma Suçu’dur. (Naylon Fatura)
Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan kişilerin aşağıda yer alan fiilleri işlemesi neticesinde verilecek olan ceza 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıdır;
Defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapmak; gerçek olmayan veya kayda konu işlemlerle ilgisi bulunmayan kişiler adına hesaplar açmak; hesap ve işlemleri vergi matrahının azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kaydetmek,
Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizlemek; muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek veya bu belgeleri kullanmak,
Defter, kayıt ve belgeleri yok etmek; defter sayfaları yerine başka yapraklar koymak; sahte belge aslı veya sureti düzenlemek veya bu belgeleri kullanmak,
Maliye Bakanlığı ile anlaşması olmadığı halde yetkisiz olarak belge basmak veya bu sahte belgeleri kullanmak.
Vergi kaçakçılığı suçlarının ceza miktarı nedeniyle hükmedilen hapis cezası, adli para cezasına çevrilemez ancak Sanık lehine Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve Erteleme kararı verilebilir. Vergi Suçları Şikayete Tabi Midir?
Vergi suçları, şikayete tabi suçlar arasında yer almaz; resen soruşturulur. Dolayısıyla Vergi Suçlarından kaynaklı davalarda Uzlaştırma yoluna gidilemez. Bu suçlara dair herhangi bir şikayet süresi yoktur. Şikayetten vazgeçme ceza davasının düşmesi sonucunu doğurmaz.
Vergi Suçlarında Dava Zamanaşımı Ne Zaman Başlar?
Dava zamanaşımı, suçun işlendiği tarihten itibaren belli bir süre geçtiği halde dava açılmamış veya dava açılmasına rağmen kanuni süre içinde sonuçlandırılmamış ise ceza davasının düşmesi sonucunu doğuran bir ceza hukuku kurumudur. Vergi suçlarında dava zamanaşımı süresi TCK’nın genel zamanaşımı hükümlerine göre belirlenir. TCK’ya göre, vergi suçlarında temel dava zamanaşımı süresi 8 yıldır. Bu sürenin başlangıcı, her eyleme göre ayrı ayrı değerlendirilir.
Vergi kaçakçılığı suçları, sonucu itibariyle ağır bir suç olup; kişinin ticari hayatı üzerinde kalıcı olumsuz etkiler bırakabilir. Bu tür önemli ceza davalarındaki savunmaların, hataya mahal vermemek adına, Uzman bir avukatla yapılmasında fayda vardır. Kimya Hukuk olarak ‘Vergi Kaçakçılığı Suçları’na dayalı olarak müdafiliğini yaptığımız, başarı ile sonuçlanmış çok sayıda davamız bulunmakla birlikte halihazırda devam eden davalarımız mevcuttur.
Daha ayrıntılı bilgi için Kimya Hukuk Avukatları Av. Ali Kimya ve Av. Selin Kimya ile bağlantı kurmanızı tavsiye etmekteyiz.
Tarihsel süreç boyunca var olmuş hemen her kültürde, tıp hep en erken gelişen unsurlardan biri olmuştur. Sihir, büyü gibi bilimdışı alanlardan, deney, gözlem ve sonuç çıkarma gibi bilimsel ilkelere kadar çok geniş bir perspektif içinde değişik yöntemlerin uygulandığı ve büyücü, şaman, hekim gibi, değişik isimleri olan kişilerce uygulanan tıbbın en eski uzmanlık kollarından biri olduğu kuşkusuzdur.[1]
İlkel çağlarda tıp biliminin bilimdışı bir alan içerisinde uygulanmaya çalışıldığı düşünüldüğünde bu eylemlerden dolayı sorumluluk hukukunun işletmenin de pek mümkün olmadığını çıkarımı doğal bir sonuç olacaktır. Mutlak sorumsuzluk şemsiyesi altında yürütülen bu faaliyetler hukuk biliminin de gelişmesiyle, katı müeyyidelere bağlanmıştır. Hatta bu yaptırımlarda oldukça ileri gidilerek ölüm cezaları öngörülmüştür. Hukuk biliminin gelişimine bağlı olarak tarihsel süreç içerisinde hekim hasta ilişkileri yönünden yazılı normalar oluştururmuştur.
A) İlkel Çağda Durum
Eski çağlardan günümüze kadar ulaşmış bazı belgelerde Babil, Sümer, Hitit, Eski Hint, Yunan ve Roma’da hekimlik ve hekimin sorumluluğu hakkında bazı kurallar var olduğu görülmektedir.
Hammurabi Kanunlarının 215-223’üncü maddeleri arasında hekimin ücretle ilgili hakları ve sorumluluğu düzenlenmiştir. Kanunun 215, 216, 217, 221, 222 ve 223. Maddelerinde hekimin hastayı iyileştirmesi halinde ne kadar ücrete hak kazanacağı açıklanmaktaydı. hekimin sorumluluğu ile ilgili kurallar 218-220. maddelerdeydi. Buna göre “hekim birisine bronz bir neşter ile tehlikeli bir yara açarak onu öldürse veya onun gözünü harap ederse iki eli kesilir. Şayet hekim, bir esire bronz bir neşter ile tehlikeli bir yara açarak öldürürse onun yerine bir esir verecektir. Şayet onun göz perdesini bronz bir neşter ile açıp harap etmişse esirin bedelinin yarısını ödeyecektir.”[2]
Mısır’da, Mısır tıbbı ile ilgili 8-10 adet papirüs bulunmuştur. Kahun, Gardiner, Smith ve Ebers en önemlileri olup M.Ö. 1600 yıllarında Mısırın askeri ve siyasal açından en güçlü olduğu çağda yazılmışlardır. Bunlardan Ebers papirüsü oldukça detaylı tıp bilgileri içermekte ve bir hekimin elinin altında bulunması gerektiği düşünülerek yazıldığından ilk tıp el kitabı olarak anılmaktadır.[3] Mısır kanunları, tıp kurallarını içeren bu kitaplardaki bilgileri oldukça önemli görmekte ve kaidelerin uygulanmasını zorunlu kılmaktaydı. Kitapta yazan kuralların uygulanması sorumluluktan kurtulmak adına yeterli sebep olarak görülmekteydi.
İlkel çağlardaki bu yasalarda, medeni hukuk ve borçlar hukukunun konusuna giren temel düzen kuralları olmadığından ötürü, sorumluluk ve tazminat hukukuna ilişkin olarak kurallar da bulunmamaktadır. İlk yasaların devletin ya da o topluluğun yönetmekte olan iktidarın ceza yaptırımlarını yazılı hale getiren kodifikasyonlar olduğunu düşündüğümüzde, tazminat hukukuna ilişkin güncel yaklaşımların herhangi bir görünümünün olmadığı açıktır. Ayrıca ilkel çağlardaki yasalarda eylemin hukuki veya cezai sorumluluğunun yükletilmesi konusunda kusur esasının gözetildiğini de söyleyebilmek mümkün görünmemektedir. Mutlak sorumsuzluk ilkesinin yanlışlığı kadar, kusur esasının gözetilmediği bir sorumluluk uygulaması da hukukun genel ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. Hakkaniyet kavramının hukukta yerini alması ile birlikte kanunlarda haksız fiilin unsurları ayrımlarına gidilmiş, kast, taksir olgularını kanunlardaki yerini almıştır.
B) Orta Çağdan Günümüze Gelişim
İngiliz kanunlarında tıbbi uygulama hatalarına ait kayıtlar 1374 yıllarına dek gitmektedir. O dönemde çıkarılan yasalar yalnızca doktorları değil ayrı bir meslek kabul edilen cerrahları, eczacıları ve berberleri de kapsıyordu. Bu kişilerin kamu meslekleri olarak kendilerinden beklenen nitelikte hizmet vermeleri istenmekteydi.
Orta Çağ’da özellikle Avrupa’da Kilise Hukukunun etkisi görülmekteydi. Bu anlamda hekim –hasta ilişkileri yönünden sistematize edilmiş ve uygulamada kanuniliği sağlayacak bir kanun normundan söz etmek mümkün değildir. Kiliseler o dönemde oldukça önemli miktarda gelire ve de malvarlığına sahiptiler. Kiliselerin Sağlık alanına etkileri göz önüne alındığında Ora Çağ Avrupasında ilk hastane Kiliseler tarafından kurulmuştur.[4]
İngiliz Hukuk sisteminde hastasını ihmal eden hekime verildiği bilinen ilk ceza 1901 tarihli bir kararda geçmektedir. Buna göre Murray isimli Hekim, 14 Nisan 1900 tarihinde parmak yaralanması olan bir hastaya çağrılmış, tedavi başlanmış, ancak daha sonra hekimin ihmali nedeniyle parmağın ampute edilmesi gerekmiştir. [5]
İngiltere’de 1990’ların başında Ulusal Sağlık Hizmetlerinde reformlara gidilmiş ve hasta hakları ile ilgili çalışmalar başlamıştır. İngiltere’de, tıbbi hatanın tespiti, çözümlenmesi ve önlenmesi yaklaşımında klinik denetimleri, gizli araştırmalar, risk yönetimi, şikayetler, davalar, mesleki yeterlilik konuları önemli konulardır. İngiltere’de sağlık hizmeti nedeni ile doğan zararların tazmininde, kusura dayanmayan tazmin sistemi uygulanmakta; zararların tazmininin, sağlık kurumlarının katkıları ve kamusal fonlarla finanse edilen kamu sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.[6]
Tıp ve Hukuk bilimlerinin hızlı gelişimine rağmen tıp hukuku müktesebatı aynı ivmede ilerleme göstermemiştir. Modern Tıp Hukuku’nun gündeme gelmesi için uzunca bir zaman geçmesi gerekmiştir. Tarihsel süreç bir bütün olarak irdelendiğinde bu alandaki temel düzenlemelerin yapılmaya başlanması kısa süreler öncesine dayanmaktadır. ABD başta olmak üzere İngiltere, Kanada gibi ülkelerde tıbbi uygulama hataları ve bunlara karşı yüksek tazminat yaptırımları 1970’lerin sonundan itibaren büyük bir hızla gündeme gelmiştir. Bu durum 1970’lerde “Hasta Hakları” ile ilgili ilk çalışmaların Amerika Birleşik Devletlerinde başlaması ile paralellik gösterir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1970’li yılların başında mahkeme kararlarında hekim-hasta ilişkisi bir iş ilişkisi değil, güvene dayalı bir ilişki olarak nitelenmiştir. Hastanın, devlet tarafından tıp uygulama yetkisi verilmiş hekimden yardım talep etmesi ve hekimin bu talebi karşılamak üzere girişimde bulunması hekime bazı sorumluluklar yükler. Amerikan Hastaneler Birliği 1972 yılında Hasta Hakları Beyannamesi’ni yayınlamıştır. Bu beyannamenin yayınlanmasından sonra, eyalet mevzuatlarında hasta hakları ile ilgili düzenlemeler yer almaya başlamıştır. [7]
* Bu yazı; Avukat Ali Kimya’nın Tıbbi Müdahale Kaynaklı Tazminatın Belirlenmesi isimli Tez çalışmasından alınmıştır.
[1]Yoket, Ümit: Eski Çağda Tıp, Türk Tabipler Birliği Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, Yıl 2003, Cilt 12,
[4] Avrupa’da İlk Hastane 12. Yy’da Montpellier’de Kilise tarafından kurulmuş olup, Hastanenin adı Saint-Esprittir. (https://fr.wikipedia.org/wiki/Hospice_du_Saint-Esprit_(Lübeck)).
Sigortalının çalıştığı işin şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, sakatlık meslek hastalığıdır.
Bu durumda sigortalıyı, sağlık ve para yardımı yapılır. Ölüm halinde, cenaze masrafı ödenir ve hak sahiplerine gelir bağlanır.
Para yardımı geçici veya sürekli iş görmezlik ödeneği verilmesidir. Çalışılamayan her gün için verilir. Tedavi ayakta yapılıyorsa günlük kazancın 2/3’ ü , yatarak yapılıyorsa da yarısıdır.
Sürekli iş görmezlik geliri, kazanma gücünü en az % 10 oranında yitirene verilir.Kazanma gücünü tamamen yitirmişse, sigortalıya yıllık kazancın % 70’ i oranında sürekli tam iş görmezlik geliri bağlanır.
Meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının eş, çocuk, ana-babasına aylık bağlamak için kazancın %70’ i bulunur. %50’ si eşe, %50 si çocuklara verilir. Eşin çocuğu yoksa % 75’ ini alır.
Kişileri çalışmaktan alıkoyan, olağan dışı harcamalara zorlayan olayların sonuçlarını onarma, yeniden normal yaşama döndürme amacıyla ; hastalık, sakatlık, analık, yaşlılık, iş kazası, işsizlik, aile yükleri, meslek hastalıkları gibi sosyal riskler ve emeklilik dönemine ilişkin güvence sağlamak hedefi ile; Sosyal Sigortalar Kurumu, TC Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve özel banka sandıkları oluşturulmuştur.
Sosyal Sigortalar Kurumu : Özel ve kamu sektöründe bir işverene bağlı olarak çalışanaları kapsamaktadır.
TC Emekli Sandığı : Kamu kesiminde daimi kadroda çalışanları kapsamına almaktadır.